Ölüm tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu. Ağaçlardan dökülen yapraklar, toprağı hüzünle sarıp sarmalamıştı. Ve muhteşem ışık karanlıkta parladı. Ve karanlık bunu anlamadı.
Derin derin uyuyacaktım, evet, ama ancak çok sonra. Şimdiyse korkutucu varlıklarla dolu, sisli, puslu rüya gibi bir harikalar diyarına götürülüyordum.
Hemen derin bir uykuya dalacağımı sanıyordum, ama yaralı ruhum nefret, acı ve kinle şişmiş, ağzım sanki ölümü yemişim gibi bir tatla dolu, gözlerimi karanlığa dikmiş yatıyordum.
Sonunda uyku geldi, bütün derinliği ve tatlılığıyla. Beni gergin tutan sinirler çözüldü ve rüyasız bir karanlığın içine daldım.
Uyumanın, güç toparlamanın dışındaki her şeyin önemini yitirdiği o tatlı anın bilincindeydim; rüyalardan henüz korkmadığım anın.
Bir sesle irkildim. Sanki karanlığın tülü üzerimden kaldırılmıştı. Anında uyanmıştım. Daha gözlerimi açmadan elim asamdaydı. Sırtım ağacın gövdesine dayalı, yüzüm ormana dönük, nereden geldiği belli olmayan bir ışıkta yatıyordum.
Serin, taze havanın boynuma ve yanağıma dokunuşunu hissettim. Asamı sıkıca kavrayıp dinledim ve bekledim.
Gözlerimi odaklayamadım. Karanlık birden bire her şeyi örttü ve bu karanlığın içinden, saçları yüzüme düşen, üzerime eğilen bir siluet, yüzüme bakan bir erkek silueti belirdi önümde. Bu meleğimsi yüzü nerede görsem tanırdım.
Matthew’du. Eski sevgilim.
Yüzü benimkinden en fazla iki üç santimetre uzaklıktaydı. Serin ve yumuşak eli, insanüstü bir kuvvetle asamı tutan elimin üzerine kapandı. Kirpikleriyle yanağıma dokunarak, alnımı öptü.
‘’ Köpekbalığı suratlı ucube… ‘’ diye lanetledim onu.
‘’ Olanları kontrol edemedim, Daphne. ‘’ sesi yalvarır gibi ama şerefli, meraklı ve etkileyici bir güçle çıkıyordu, hal bu ki zayıf bir sesti, tonu çok gençti.
‘’ Seni gördüm. ‘’ dedim. Şiddetle kurtulmaya çalışıyordum. Ama eli beni kuvvetle tutuyordu ve sol kolumu altımdan çekip çıkarmaya çalıştığımda, bileğimi yakalayıp oradan da tuttu.
İşte, daha önceden içime çektiğim olağanüstü kokuyu yine duyuyor ve saçlarının yüzüme, boynuma dokunuşu içimden utanmaz ürpertilerin yükselmesine sebep oluyordu.
Başımı çevirmeye çalıştım fakat o, dudaklarını yanağıma yumuşakça, hatta neredeyse saygıyla dokundurdu.
Boylu boyunca benimkinin üstünde yatan vücudunu hissedebiliyordum. Kalbi, benim kalbime dokunuyordu. Beni aşağılayan ve içimdekini ateşleyen ürpertilerden hareket edemez olmuştum.
‘’ Benden uzak dur, pislik.’’ Diye fısıldadım. Korkmuyordum, öfkeden kudurmuştum, ama yavaş yavaş, omuzlarımdan başlayıp sırtımdan ve oradan da bacaklarıma yayılan, içimi parçalayan heyecan fırtınasını durduramıyordum.
Gözleri parıldıyordu. Gözkapaklarının titrediğini hissedebiliyor ama göremiyordum.
Porselene benzetmiş olduğum teninin bana deyince bir tüy kadar yumuşak olduğunu fark ettim. Ah, her tarafıyla tatlı ve sihirli maddelerle yapılmış bir bebek gibiydi. Ete ve kana özgü o yumuşaklıktan çok daha yumuşak, yine de ikisine özgü bir ateşle dolu. Bileklerimi tutarken aynı zamanda okşayan serin parmaklarının içinden nabzıyla beraber sıcaklık yayıyordu.
Bütün bu çılgınlığın ortasında, kendi karşı konulmaz arzumu kullanıp beni çaresiz bıraktığına dair bir fikir oluştu kafamda. Yüzümü ateş basmıştı. Bedenim ona hem karşı koymak hem de dokunabilmek için savaşıyordu, evet sarılmak ama yine de savaşmak.
Arzumdan kuvvet alıyordu. Bunu saklayamazdım. Ondan nefret ediyordum.
‘’ Neden? Ne için? ‘’ dedim, kendimi ondan çekerek. Kafasını kaldırdığında saçları yüzünün iki yanından üstüme dökülerek beni adeta bir koku denizinde boğdu. Bu doğaüstü zevk nefesimi kesmişti.
‘’ Kalk üzerimden ve cehenneme geri dön. Bana gösterdiğin bu merhametin anlamı ne? Bunları bana neden yapıyorsun? ‘’
Gözlerimden süzülen bir damla yaş onun yüzüyle buluştuğunda, endişeli bir şekilde bana baktığından emindim.
‘’ Bilmiyorum. ‘’ diye cevapladı zeki ve titrek sesiyle ‘’ Belki sadece ölmeni istemediğim içindir. Şuna bir bak, burası tahmin edemeyeceğin tehlikelerle dolu. ‘’ dedi göğsüme nefesini vererek. Kelimeler hızlanmış gibi ardı ardına geliyordu.
‘’ Belki fazlası da var. Olan her şeyi unut, hepsi kâbusmuş gibi, hiçbiri olmamış gibi unut; içindeki öfkeyi terk et. ‘’
‘’ Kes! Çirkin yalanlarını duymak istemiyorum.’’ Dedim kendimi tutamadan. ‘’ Öyle yapacağımı mı sanıyorsun? ‘’ dedim.
Başı önüne düştü. Saçlarında yüzüyordum. Serbest kalmak için çabaladım, ama boşuna. İmkânsız bir güce karşı koyamazdım.
Bir anda her şey karardı ve tarif edilemez bir yumuşaklık kapladı bedenimi. Ve sonra aklımı alıp götüren bir mutluluk seli…
Sanki çiçeklerle dolu, hafif rüzgârlı bir çayırın ortasına düşmüş gibiydim, bu yerden ve bütün acılardan çok uzakta. Nefes almasına izin verdim, dudaklarımı onunkilerden ayırarak.
Gözlerimi açtığımda o da yanıma uzanmıştı sessizce; ezilmiş yapraklar ve şikâyet etmeyen çiçeklerin üzerine düşmüş, dağınık saçlarıyla her şeyim. Ve birden nasıl bir oyunun içinde olduğumu anladım.
‘’ Seni yok edeceğim.‘’ dedim. ‘’ Yemin ederim yapacağım bunu. Seni cehennemin ağzına kadar kovalamak zorunda kalsam da…‘’
Elimi tuttu. Ondan kurtulmak için öyle uğraştım ki elim onun eline değdiğinde yanıyordu. Başımı yukarı kaldırıp meleğimsi yüzüne baktığımdaysa bambaşka duygularla titredim.
Bana sevgiyle bakarken gözlerinden yansıyan sessiz anlam, sanki bütün elementlerin çılgınca karışması gibiydi.
Aklımı toplamaya çalıştım. Hayır, hayır, tatlı rüyalara dalmak yok. Karmaşık duygularım beni deli ediyordu. Sonunda acı dolu bir çığlık attım.
‘’ Şşş. Sus. ‘’ dedi üzgünce. ‘’ Öyle güzel ve öyle cesursun ki. ‘’
‘’ Bunları duymak istemiyorum. ‘’
‘’ Şşş ‘’ dedi tekrar, ‘’ Bütün ölüleri ayağa kaldıracaksın. Bu neye yarayacak ki? ‘’ Sesi ne kadar da hüzünlü, içten ve ikna edici geliyordu. Sadece sesi bile, bir perdenin arkasından beni rahatlıkla kandırabilecek bir sesti.
Onun samimi, kocaman ve yumuşak gözlerini daha net görebilmem için biraz geri çekildi. Bir şaheserdi adeta. Öyle bir güzellik ki hedefine ulaşmak için ne sihre ne de bir iksire ihtiyaç duyardı.
‘’ Evet ‘’ diye itiraf etti, gölgede kalmış gözleriyle yüzümü süzerken, ‘’ sende öyle bir güzellik görüyorum ki kalbimi sızlatıyor. ‘’ dedi.
Mücadele ettim. Cevap verecek değildim. Bu gizemli cehennem ateşini besleyecek değildim. Gözlerimi açıp kapayıncaya kadar yanıma geldi. Tanrım, ona bakamıyordum bile. Karşısında eriyip gidebilirdim.
‘’ Sevgilim, buradan bir an önce gitmelisin, güvende olduğun yere. ‘’ Alnıma bir öpücük kondurdu ve…
Gitti.
Sırtüstü yatıyordum ve bileklerim onun ellerinin baskısından ağrıyordu. Gökyüzünü, yattığım yerden neredeyse göremiyordum. Yasak Orman’da yalnızdım. O yoktu. Ve ben kirlenmiştim, tüm bedenim kirlenmişti. Ruhum paramparça olmuştu.